ÇOCUKLARLA İLETİŞİM
1980’li yılların başı idi. Daha ilkokula gitmiyordum. Rahmetli büyük babam her bayram, bayramlık kıyafet alırdı. Bir gün amcam traktörle bize geldi. “Babam Adem’i istiyor. Bu gün bizde kalacakmış. Yarın çarşıya gideceklermiş” dedi. Annem de ”hadi git” dedi. Traktörle büyük babamın evine gittik. Akşam vakti idi. Büyük babam “Yarın çarşıya gideceğiz, bayramlık alacağız.” dedi.
Önceden kendisi alır getirirdi. Heyecanlanmıştım, acaba ne alacaktık, nerelere gidecektik? Sabah oldu. Rahmetli büyük babam erkencidir. Erkenden kahvaltımızı yaptık ve Osmaniye’ye çarşıya gittik. Osmaniye’ye sadece hastalandığımızda giderdik. O zamanda hastalığın verdiği yorgunluk, halsizlikle etrafı pek göremezdik.
Önce ayakkabı dükkânına girdik. Dükkân sahibi büyük babama hoş geldin dedikten sonra bana da “Hoş geldin beyefendi.” dedi. Biraz utandım. Büyük babamın arkasına saklandım. Sonra büyük babam “Küçük adama ayakkabı alacağız” dedi. Dükkân sahibi de “Gel bakalım beyefendi hangisini almak istersin”, dedi.
“Beyefendi” kelimesini duydukça heyecanlanıyordum. Sanki yavaş yavaş büyümüş havasına giriyordum.
Ben spor ayakkabı almaya yöneldim. Büyük babam “Sen adam oldun, sana kundura alalım.” dedi. Bizim orda ayakkabıya kundura derler. Az önceki beyefendi kelimesinden sonra “ Sen adam oldun” cümlesi olgunlaştırdı sanki. Birden çocuksu havadan büyük adamlığa girdim gibi oldu.
Dükkân sahibi örnek kundura getirdi. Kunduraları denedikçe büyüyordum sanki. Bir tanesini beğendim. Bunu alalım, dedim. Büyükbabam da tamam der gibi başını salladı. İlk kez kendim bir şey almıştım.
Çocuk gibi girdiğim dükkândan sanki büyük gibi çıktım. Ama bu büyüklük sokağa çıkınca bitti. Büyük babamın elini tutarak çarşıda gezmeye başladık. Bir pasaja geldik. Pasajın içinde bir terziye girdik.
Terzi amca büyük babamla selamlaştıktan sonra bana dönerek “Hoş geldiniz beyefendi.” dedi. Bu sefer büyük babamın arkasına saklanmadım. Hoş bulduk, dedim. Terzi amca büyük babama çay söyledi. Bana da “beyefendi size de orelet ısmarlayabilirim.” dedi. Ben ayakkabı dükkanındaki büyümüşlükle “içerim” dedim. Terzi amca, büyükbabama “Gel ölçünü alayım” dedi. Büyükbabam da “Bana değil, küçük adama takım elbise diktireceğiz.” dedi.
Terzi amca, beni yanına çağırdı, bir tabureye oturdu. Omuzumdan, kolumdan, belimden, bacak boyumdan ölçüler almaya başladı. Ama bu arada da köyde işler nasıl diye benimle sohbet ediyordu. Tarlalarda ne var ne yok? Çapa yaptınız mı, gübre attınız mı?
Kendimi önemli görmeye başladım. Aşağı yukarı bir saattir çarşıdaydım ve sanki bu bir saatte büyümüştüm. Önemseniyordum, önemli sohbetler ediyordum. Söylediklerim dinleniyordu. Büyükbabamla da çok sohbet ederdik ama bugün bir başkaydı sohbetimiz. Ölçü alma bitti. Haftaya tekrar gelin dedi.
Ben bir hafta sonra tekrar çarşıya gideceğim için heyecanlıydım. Bir hafta sonra takım elbisem olacaktı.
Bir hafta sonra tekrar terzi amcaya gittik. Yine büyükbabamla selamlaştıktan sonra bana “Aleykum selam beyefendi, hoş geldiniz” dedi. Yine bana orelet söyledi. Hadi gel bakalım bir prova alalım dedim.
Ama takım elbise bitmemişti. Kumaşlar, iplikler. Çok acayip görünüyordu. Yine tabureye oturdu ve beni karşısında aldı. O haliyle ceketi üzerime giydirdi. Elinde toplu iğneler ile bir şeyler yaptı. Yine benimle sohbete başladı. Köyle alakalı sorular sordu. Güzel bir sohbet ettik. Yine önemsendiğimi, dinlendiğimi, büyüdüğümü, olgunlaştığımı hissettim. Prova bitti. Haftaya tekrar gelin dedi.
Bir sonraki hafta terzi dükkânına girerken gayri ihtiyari selam vererek girdim. Çünkü bir önceki hafta benden önce büyükbabam girmiş ve selam vermişti. Büyükbabamın selamını aldıktan sonra terzi amca da bana dönerek aleykum selam beyefendi, hoş geldiniz demişti. Bu durum, bana selam vermem gerektiğini ve önemsendiğimi hissettirmişti. Bana çaktırmadan “Benim de beni önemseyen birine öyle davranıp, önemsemem gerektiği düşüncesini oluşturmuştu.”
Yine çaylar ve orelet içildikten sonra sıra takım elbiseyi denemeye gelmişti. Terzi amca arkadan elbiseyi getirdi. Ceket pantolonu giydim. Büyükbabam elindeki torbadan iki hafta önce aldığımız kundurayı çıkardı. Onu da giydim. Büyükbabam “Küçük adam şöyle aynaya bak bakalım, yakışmış mı?” dedi. Boy aynasında kendimi görünce şaşırdım. Terzi amca “Hayırlı olsun beyefendi, çok yakıştı.” dedi. Büyüdüğümü hissettim. Önemsendiğimi hissettim.
Büyükbabamla sohbetlerimiz, konuşmalarımız bu tarzda oldu. Tarlada birşeyler anlatırken bile bana büyükmüşüm gibi davranır ve öyle konuşurdu.
Aradan yıllar geçti. Sınıf öğretmenliğini kazandım. Üniversitede çocuklarla iletişim konusunu okudukça, öğrendikçe büyükbabam, terzi ve ayakkabıcı amca aklıma geldi. Okuduğum kitaplarda, üniversitedeki derslerde hocalarım, çocuklarla göz hizasında konuşulması, onların önemsenmesi, onların dinlenmesi, onların da birey olduğunun farkına vardırılmasından bahsediyordu.
Peki onlar bunu nereden öğrenmişti? Büyükbabam çiftçi, terzi ve ayakkabı dükkânı sahibi amcalarda kendi mesleklerini icra ediyorlar. Büyükbabamın ilkokula gittiğini, okuma yazma bildiğini biliyorum. Ama çocuk gelişimi, pedagojisini öğrenmek için üniversite mi okumak gerekiyor?
Ben öğretmen olduktan sonra bütün çocuklarımı sınıfa girdiklerinde kolonya ikram ederek karşıladım. Hoş geldiniz hanım efendi, bey efendi diye hatip ettim. Hala da böyle hitap etmeye devam ediyorum. Ben onlara böyle hitap ettikçe benim çocukluğumdaki yaşadığım o heyecanı yaşadıklarını gözlerinden hissediyorum. Ağır başlı olmaya, o beyefendi ve hanım efendi sıfatını yaşamaya, taşımaya başlıyorlar. Gayret gösteriyorlar. Cümleleri daha güzel, sohbetleri daha güzel oluyor. Cümleleri kurarken kelimeleri itina ile seçiyorlar. Önemsendiklerini, değerli olduklarının ve sözlerinin dinlendiğinin farkına varıyorlar.
BİZ BÜYÜKLER ÇOCUKLARI ÖNEMSEDİKÇE ONLARDA KENDİLERİNİ ÖNEMSEYECEKTİR.